“Türkiye’de öğrencilere itaat etmek aşılanıyor, insiyatif alma, yaratıcılık ve birey olmak aşılanmıyor”
MEF Üniversitesi, Türkiye’nin en girişimci inovatif üniversitelerinden. MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Erkut’ta eğitim ile kaygılanan saygın bir uygulamacı. Erkut’un “NFORMS Teaching of Management Science Practice Award” ile “3M Teaching Fellowship” başta olmak üzere dokuz eğitim ödülü ve Canadian Operational Research Society tarafından verilmiş beş uluslararası başarı ödülü bulunuyor. Alberta Üniversitesi’nde Centre for Excellence in Operations adlı uygulamalı araştırma merkezi kurmuş.
Erhan Erkut, Türkiye’deki eğitim sisteminin demokratikleşmenin önünde engel olduğunu savunarak, Türkiye’deki eğitim sistemi belirli bir ideolojiyi ayakta tutmaya çalışıyor. Ben Türkiye’de şuana kadar gelmiş geçmiş hiç bir iktidarın gerçekten demokratik olduğuna inanmıyorum” diyor.
Erkut, “Türkiye’de öğrencilere itaat etmek aşılanıyor, saygı aşılanıyor, ezber aşılanıyor, toplumsal değerler aşılanıyor. O anda geçerli değer sistemi, ideoloji hangisiyse o aşılanıyor. Ama insiyatif alma, yaratıcılık ve birey olmak aşılanmıyor” şeklinde konuşuyor.
Türkiye’deki eğitim sistemini değerlendiren MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Erkut’un sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Amerikan eğitim anlayışını benimseyen Boğaziçi Üniversitesinde okudunuz. Sonra Florida’da Endüstri Mühendisliği üzerine doktora yaptınız. Bu durumda düşünce yapınızın şekillenmesinde Anglosakson eğitimin nasıl bir etkisi oldu?
Boğaziçi Üniversitesinden de önce İstanbul Erkek Lisesi’nde liberal ve özgürlükçü bir eğitim aldım. Boğaziçi bunu iyice perçinledi. Bireysel farklılıklara önem veren, özgürlüklere önem veren, fikrini söylemeye tolerans gösteren, insanların farklı fikirlere sahip olabileceğini anlayan, bunun farkında olan ve bundan değer çıkarmaya çalışan bir eğitim sisteminden çıktım. Körü körüne inanma hiç bir dönemimde olmadı. Katıldığım eğitim sistemlerinde hep kritik ve analitik düşünmeye yönlendirildim. Ama bu İstanbul Erkek Lisesi’nde de böyleydi, Boğaziçi Üniversitesi’nde, ondan sonra gittiğim Amerika’da da böyleydi. Dolayısıyla hiç bir zaman eğitim sistemi farklılığı yüzünden bir bocalama geçirmedim. Hatta İstanbul Erkek Lisesi’nden önceki ilkokulumda liberal ve özgürlükçü bir öğretmenim vardı. Bize soru sorar, fikrimizi beyan etmemize izin verirdi.
Türkiye’deki eğitim sistemi demokratikleşme önünde engel mi?
Kesinlikle engel. Çünkü Türkiye’deki eğitim sistemi belirli bir ideolojiyi ayakta tutmaya çalışıyor. Ben Türkiye’de şuana kadar gelmiş geçmiş hiç bir iktidarın gerçekten demokratik olduğuna inanmıyorum. Hepsinin insanları yönlendirmek istediği yönler vardı. İnsanlara vermek istediği şekiller vardı. Eğitimi bu doğrultuda şekillendirdiler. Cumhuriyet döneminde ulus devlet, güneş dil teorisi gibi bilimsellikten uzak konular vardı. Günümüzde bu aralar dindar nesil yetiştirme tutkusu var. Bakıyorsunuz bu sadece Türkiye ile de kısıtlı değil. Almanya’da Hitler, Nazi Gençliği yetiştirmeye kalktı. Amerika’da serbest piyasa ekonomisine inanan gençler yetiştirilmeye çalışılıyor. Rusya’da yıllarca komünist gençlik yetiştirmeye çalıştılar. Dolayısıyla her devlet bunu yapıyor. Eğitim tarihin her döneminde devletin en önemli topluma şekil verme aracı olmuştur. Ve çocuklarımızı her türlü zamanda her türlü devletten korumalıyız diyorum.
Batı’nın eğitim algısı Türkiye’ye benziyor mu?
Batı’yı tek bir kutuya koymak zor. Ama benim bildiğim batı örneklerinde, Almanya’da bir müddet bulundum. Kanada’da uzun süre yaşadım. Amerika’da yaşadım. Tamamında seküler ve bilimsel bir eğitim var. Bireysel farklılıklar vurgulanıyor. Herkesin kendi potansiyeline erişmesine destek olmaya çalışan bir eğitim sistemi var. Türkiye’deki eğitim sisteminden en büyük farkı tek tipleştirme çabası kesinlikle yok. Herkesin bireysel farklılıklarını kullandığı ve en iyi noktalarını ortaya çıkarmaya çalışan bir eğitim sistemi var.
Mısırlıların geri kalmışlıklarının başlıca nedeni yozlaşmış bir devlet, hırs ve becerilerini kullanamadıkları bir toplum ve aldıkları eğitim gösteriliyor. Birçok konuda makaleler de Türkiye ve Mısır arasında benzerliklere dikkat çekilir. Buradan hareketle Türkiye’deki birçok sorunun temelinde verilen eğitim var diyebilir miyiz?
Mısır’da bahsettiğin problemlerin üçü de Türkiye’de var. Ama buna birde sistematik yolsuzluğu eklemek gerekiyor. Sistematik yolsuzluk ülkenin refahının artması önünde en büyük ekonomik engeldir. Sistematik yolsuzluğu sürdürülebilir kılmak içinde eğitim sisteminin zayıf olması gerekiyor. Yoksa hür düşünen, düşündüğünü söyleyebilen insanları yetiştiren toplumlarda sistematik yolsuzluk tolere edilmez.
Her davranışımızın altında onu bize yaptıran değerler vardır. Peki, Türkiye’de çocuklara hangi değerler aşılanıyor?
İtaat etmek aşılanıyor, saygı aşılanıyor, ezber aşılanıyor, toplumsal değerler aşılanıyor. O anda geçerli değer sistemi, ideoloji hangisiyse o aşılanıyor. Ama insiyatif alma, yaratıcılık ve birey olmak aşılanmıyor.
Kaliteli bir eğitimi neyle ölçeriz? 2002’deki bütün bütçemiz kadar neredeyse şu anda sadece eğitime kaynak ayırdığımız söyleniyor.
Bu bizim her zamanki hatamız. Kaliteyi inputlarla ölçüyoruz. Ama bu çok yanlış. Çıktıyla ölçmemiz lazım. Çıktının da en iyi tarifi içeriktir, bütçe değil. Çok yanlış işlere çok para harcamak mümkün. Yani çok gereksiz öğretmen atamaları yapabilirsin, 10 bin tane din öğretmeni atayabilirsin bunun bilimsel seküler eğitime hiç bir katkısı olmaz. Ben bunu bilmiyordum, dershanecilerden dershanelerin temel liseye çevrilmesi sürecinin hikayesini dinledim. Üç tane hacim bulundurmaları gerekiyormuş. Biri laboratuvar, bir tanesi müzik resim odası diğeri ibadethane. Gir bak Google’a, Amerika’da liselerde ibadethane olması yasak. Anayasaya aykırı. Amerika biz laikiz diye bağırmıyor. Amerika’da kitabın üzerine yemin falan ediyor başkan. Böyle bir ülkede okullarda ibadethane yasak, İsa statüsü koymak yasak. Ama sen Türkiye’de okullara ibadethane şartı koşuyorsun. Ondan sonra din dersini zorunlu kılıyorsun. Bunun yanında peygamberin hayatı gibi bir sürü seçmeli koyuyorsun. Seçmelileri de zorunlu seçmeli haline getiriyorsun. Bunların ne kadar katkısı oluyor bilimsel eğitime? Sekülerlikle alakası olmadığı gibi bilimsellikle de hiç bir alakası yok. Bana hikaye anlıyorsun. mitoloji anlatıyorsun. kendi inandığın taraftan, istediğin şekilde yeniden kurgulanmış tarih anlatıyorsun.
Özetleyecek olursak kaliteli bir eğitim sonuçlarıyla ölçülür diyebilir miyiz?
Kesinlikle, ülkenin çıkardığı sanatçı, bilim insanı, başarılı girişimler, patent, yeni buluşlar ile ölçülür. Bunların hepsinin getireceği nokta toplumsal refah ve mutluluktur.
Peki kaliteli bir eğitim nasıl olmalı?
Öğrenci odaklı olmalı, öğrenciyi aktife etmeli. İçerik odaklı olup, yetkinlikleri geliştirmeyi hedeflemelidir. Öğrenci odaklı yetkinliği ve eğitimi yan yana koyduğumuz zaman öğrencinin kendi kendine öğrenmesi teşvik edilmeli. Bu projelerle, sunumlarla desteklenmeli ve birey olarak öğrencinin istediği alanlarda kendini yetiştirmesine izin verilmelidir.
Ama bizde çok fazla konu var. 14 tane ders var. Buna neden gerek var? Niye beş altına ders etrafında öğretmek istediğimiz şeyleri öğretemiyoruz? Çünkü çok fazla rejimantasyon var. Dediğim şeylerin olabilmesi için daha esnek bir eğitim sistemi gerekiyor. Bunların bir kısmı da sınıflarda öğrencilere nasıl davranıldığıyla ilgili. Bakıyorum hala sınıflara öğretmen girdiği zaman herkes ayağa kalkıyor, hoca günaydın diyor çocuklar sağ ol diyor. Sonra dur, sus, oturla, ben anlatacağım sen dinleyeceksin diyerek ders kurgulanıyor. Tamamen militarist bir eğitim sistemimiz var. 20. yüzyılda değil 19. yüzyılda kaldı bu model ama biz 21. yüzyılda hala hocanın kürsüden konuşması üzerinden eğitim sistemini kurguluyoruz.
Eğitim sisteminin artık öğrenciyi odağa alması ve eğitim teknolojilerini etkin biçimde kullanması lazım. Her şeyden önce öğrenciye özgüven verilmesi, hür düşünmenin, sorgulanmanın aşılanması lazım. Bizim devletimiz ise böyle bir eğitim sistemi düşlediğine inanmıyorum.
Bu durumda eğitimde kaliteyi özel sektör mü artırır?
Bize gelen benim ideal öğrenciye yakın öğrencilerin büyük çoğunluğu özel okullardan geliyor. Kendine güvenen, iyi bilgisayar kullanmayı bilen, en az bir yabancı dil bilen, proje yapmış, sunum yapabilen, grup çalışması yapabilen öğrenciler genellikle maalesef özel okullardan geliyor.
Türkiye’de öğrenci profili ne durumda?
Özellikle yetkinliklerin çok eksik olduklarını düşünüyorum. IB Programlarından gelen çocuklar hariç diyeyim. Tipik Türk liselerinden gelen çocukların hemen hemen hiçbir yetkinlikleri yok. Bildikleri üniversitede çok değeri olmayan şeyler. Bir sürü şey ezberlemiş gelmişler. Çoktan seçmeli sınav almayı falan biliyorlar. Ezberledikleri tarihin, coğrafyanın hiç bir değer yok üniversitede. Çok üzücü buluyorum liselerin mezun ettiği öğrencilerin durumunu.
AB ülkelerinin çoğunda programlama eğitimi ilkokuldan itibaren zorunlu veriliyor. Amerika’da devlet özel sektör işbirliği öğrencilere programlama kampları açıyor. Türkiye’de bunun gibi girişimleri ne zaman görürüz?
İstedikten sonra bunlar gayet kolay şeyler. İlkokul öğrencileri tabi ki programlama öğrenebilir. Microsoft, Apple’dan öğrencilere programlama kapları açmalarını isteyebiliriz. İstersek seve seve yaparlar. Ama yeter ki isteyelim. İstediğimize inanmıyorum.
Daha çok konuşuruz bunları ama ben en az 4 sene yol alabileceğimizi düşünmüyorum. İktidar değişse bile eğitimde reform çok uzun soluklu bir iş. Bence önümüzdeki 20 sene falan bitti. Depresif olmamak gerekiyor. Ama ben emekli olduğumda eğitim reformunu bugün yapmış olsak sonuçları daha mezun olmamış olacak. Ben çalışma hayatımda daha iyi bir öğrenci kitlesi göremeyeceğim üniversitede.