Kasım 2013’de yazmış olduğum bir yazıdan hala geçerli olduğunu düşündüğüm bir alıntıyı buraya ekliyorum.
Üniversite misyonu doğrultusunda toplum sorunlarına çözüm seçenekleri oluşturmak hedefiyle bilimsel araştırmalar yürütür, ve bu araştırmalar yolu ile ülkedeki karar vericileri destekler. Ülkemizde birçok üniversite bulunmakla birlikte, üniversitelerimizin toplumsal sorunlara çözüm getirebilme kapasitesi maalesef son derece sınırlıdır. Bu toplumsal sorunun da bilimsel bir çalışma gerektirdiğini düşünmekle birlikte, son yıllardaki üniversite yöneticiliği deneyimlerime dayanarak şu nedenleri sıralayabilirim:
- Türkiye’de bulunan 178 üniversitenin 96’sı (yani %54’ü) 2006 sonrasında kurulmuştur. Yeni kurulmuş üniversitelerin akademisyen kadrolarını güçlendirebilmeleri ve özgün bir araştırma kültürü geliştirebilmeleri için daha fazla zaman gerekmektedir.
- 178 üniversitesinin 70 (yani %39’u) vakıf üniversitesidir. Birkaç kayda değer istisna dışında Türkiye’deki vakıf üniversiteleri (pahalı bir aktivite olan) araştırmaya önem vermeyen yarı-ticari kuruluşlardır.
- Pratikte üniversitelerimizdeki ders yükü öğretim üyelerinin ciddi bir araştırma programı uygulamalarına izin vermeyecek kadar yüksektir.
- Türkiye’de araştırma için gereken verilere ulaşım gelişmiş ülkeler ile kıyaslandığında oldukça zayıf bir durumdadır. Bazı veriler toplanmamakta, bazıları da akademisyenlere sunulmamaktadır.
- Türkiye’deki üniversiteler büyük ölçüde lisans eğitimine önem vermektedirler. Araştırma ağırlıklı yüksek lisans ve doktora programları gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında çok yetersizdir.
- Üniversitelerimizin büyük çoğunluğunda araştırma için maddi destek programları mevcut değildir.
- Üniversitelerimizin büyük çoğunluğunda araştırmada (veya öğretimde) kaliteyi ödüllendirecek (ve yetersizliği cezalandıracak) mekanizmalar oluşturulmamıştır.
- Üniversite dışında araştırmayı destekleyen kurum sayısı çok azdır. TÜBİTAK yıllarca akademisyenleri doğrudan desteklememiş ve kendi programlarını fonlamıştır. Son yıllarda bu değişmiş olmakla birlikte, fonlar ağırlıklı olarak ticarileştirilebilecek uygulamalı teknik araştırmalara (örneğin mühendislik) yönlendirilmektedir.
- Üniversitelerimizde akademik özgürlüklerin yerleşmiş olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Öğretim üyeleri ve doktora öğrencileri araştırma alanı belirlemekte ve sonuçlarını açıklamakta çeşitli engellerle karşılaşabilmektedirler.
- Türk üniversiteleri kurumsal özerlik (finansal, yönetimsel, ve akademik özerklikler) acısından dünyada en gerilerde gelmektedirler. İktidar, YÖK veya belediye kanalı ile üniversitelere çeşitli baskılar uygulayabilmekte ve yöneticileri, akademisyenleri, veya öğrencileri iktidarın hoşuna gitmeyen şeyler yapan üniversiteler çeşitli şekillerde cezalandırılabilmektedirler.
Maalesef, bu şartlar altında Türk üniversitelerinin topluma karşı görevlerini tümüyle yerine getirmeleri pek mümkün değildir. Büyük ölçüde mesleki eğitim vermek rolü ile kısıtlanmış üniversitelerimizin bu yetersizliği nedeniyle toplumun karşı karşıya bulunduğu sorunlara alternatif çözümler üretme işlevi büyük ölçüde üniversite dışındaki kurumlara kalmaktadır.