Erhan Erkut

Üç Rapor — 1, 2, 3

Geçmişte üniversiteler hakkında objektif bilgi yokluğundan çok yakındım. Yavaş yavaş bu boşluk dolmaya başladı. Bu yazı dizisinde, geçtiğimiz tercih döneminde yayınlanan 3 rapordan söz edeceğim: Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması (TÜMA), Vakıf Yükseköğretim Kurumları Raporu, ve Üni-Veri.

Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr. Engin Karadağ ile Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cemil Yücel’in kurduğu Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı tarafından 2016’dan beri yapılıyor. 2019 araştırması için 123 devlet ve 65 vakıf olmak üzere 188 üniversitede öğrenim gören 35.715 öğrenci ile anket yapılmış ve üniversitelerdeki öğrenci memnuniyeti 6 kriter altında değerlendirilmiş: 1) Öğrenim Deneyiminin Tatminkârliği, 2) Yerleşke ve Yaşamının Doyuruculuğu, 3) Akademik Destek ve İlgi, 4) Kurumun Yönetim ve İşleyişinden Memnuniyet, 5) Öğrenme İmkân ve Kaynaklarının Zenginliği ve 6) Kişisel Gelişim ve Kariyer Desteği.

Rapor, Türk üniversite sistemi için emek veren, sistemin iyiye gitmesi için kafa yoran ve çabalayan herkes için oldukça üzücü sonuçlar içeriyor. Üniversitelerde kullanılan harf notu sistemi ile yapılan değerlendirmede ortalama memnuniyet notu geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da sadece D. Daha üzücüsü, bütün alan ve genel memnuniyet puanlarında geçmiş yıllara göre geriye gidişler var! 188 üniversiteden sadece 14’ü A+ ve 17’si A alabilmiş — yani öğrencilerin beklentilerini üst düzeyde karşılamış. Araştırmacılar, sadece bu 31 üniversitenin (yani araştırmaya dahil edilen okulların %16.5’unun) “öğrenciler ve veliler açısından gelecek kaygısının az olduğu, yaşam ve eğitim kalitesinin beklentilerin üzerinde karşılandığı mutlu bir üniversite kültürü sunmada oldukça öne çıktıklarını” belirtmişler. Öte yandan, üniversitelerin neredeyse üçte biri (42 devlet ile 16 vakıf üniversitesi) FF seviyesinde — yani sınıfta kalmışlar. Fakülte bazında ise, öğrenciler en çok sağlık alanındaki fakültelerden (Tıp, Dış Hekimliği ve Sağlık Bilimleri) memnun olurken en yüksek memnuniyetsizlik ise Ziraat, Orman ve Fen-Edebiyat fakültelerinde gözlemlenmiş. Diğer fakültelerin tümü ise ancak D seviyesinde kalmış.

Araştırmacılar, 2019 raporunundaki bulguları şöyle özetlemişler:
– Türkiye’deki üniversiteler; öğrencilere ve beklentilerine ulaşamamaktadır.
– Üniversiteler öğrenci taleplerini karşılayabilme ya da bu taleplere duyarlı olabilmede öğrenci algısı açısından oldukça kötüdür.
– Üniversitelerde derslerde öğrenmenin gerçekleşip gerçekleşmediğine odaklanılmamaktadır.
– Akademik kültürde derslerde konuları işleyip sınav yaparak öğrenmeyi denetleme tercih edilmekte, öğrenme süreci esnasında öğrencinin öğrendiğinden emin olmaya yönelik bir anlayış bulunmamaktadır.
– Öğrencinin kariyerine, gelişimine, akademik ve sosyal sıkıntılarını gidermeye yönelik destek sistemleri ve kültürü bulunmamaktadır.
– Yerleşkelerde mekanların ve yaşantının kalitesi yerine makamların kalitesine odaklanılmaktadır.
– Üniversitelerin işleyişleri öğrenci odaklı değildir.
– Üniversite yönetimleri öğrenci dostu değildir.

Milyonlarca gencin kariyer yolunda ümit beslediği, girebilmek için aylarca çalıştığı, ailelerin öncesinde ve sırasında özel derslere ve dersanelere ciddi paralar harcadığı yükseköğrenim kurumlarının bu durumu tüm ülke için son derece üzücü ve düşündürücü. Araştırmacıların önsözdeki şu satırlarının üzerine bir şey söylemek epey zor:

Son yıllarda, akademi ve üniversite ekosistemi oldukça toksik hale geldi, kendini tekâmül ve idame ettirme yetişini giderek yitirtiyor. Üniversiteler, o kadar zombileşti ki, eleştirilerimizin tonu artık akademik olmaktan öte fıkralara, mizahı sohbetlere dönmeye başladı… Üniversitelerde derslerimizde, üniversite konusu geçtiğinde özgürlük, entelektüellik, fikir üretme gibi kavramlardan bahsederken sınıflarda bir donma ve muzip bir gülüşme kaçınılmaz oluyor.2018’deki önsözümüze “Türk yükseköğretiminde artık yüksek sesle “ kral çıplak ” demenin zamanı geldi, hatta geçiyor bile…” yazmıştık.Üzerinde geçen sadece bir yılda gördüğümüz manzara daha farklı; artık ortada “çıplak da olsa bir kral kalmadı” …

Yükseköğrenim ile ilgilenen herkese bu raporu dikkatle okumalarını ve sonuçları ciddiye almalarını öneriyorum. Rapordaki bulgular araştırmacıların sübjektif görüşleri değil; üniversite öğrencilerinin kendi üniversiteleri hakkında ne düşündüklerini içeriyor. Yani bu rapor üniversitelere eşsiz bir ayna tutuyor. Raporu gözardı edersek öğrenci memnuniyetsizliği azalmıyor. Üniversitelerin öğrenci memnuniyetini ciddiye alması gerektiğini düşünüyorum. Toplam kalite konusu ile ilgilenmiş olanlar paydaşların geri bildiriminin ve algısının önemini bilir. Tüm paydaşların görüşleri önemlidir; bir üniversite için öğrencilerin görüşleri çok önemlidir. Bence üniversite yöneticilerinin bu raporu bir tehdit değil bir fırsat olarak görmesi gerekli. Öğrenci memnuniyetsizliği ve memnuniyetinin üniversitenin kendini geliştirmesi ve topluma karşı görevini yerine getirebilmesi yolunda önemli ipuçları içerdiğini düşünüyorum. Öğrencileri memnun etmek için onların her istediklerini yapmayı önermiyorum; ama dile getirilen memnuniyetsizliklerin her birini enine boyuna değerlendirmek gerekli. Yöneticilik kariyerim boyunca birçok defa üniversite işleyişindeki aksaklıkları ilk önce öğrencilerin farkettiğini deneyimledim ve her zaman öğrencilerin görüşlerine önem verdim.

Öğrenci Memnuniyeti Giriş Puanlarını Etkiliyor Mu?

Raporu yukarıda kısaca özetlemeye çalıştım. Şimdi bana ilginç gelen bir hipotezi test etmek istiyorum: öğrenci memnuniyeti ile üniversite giriş puanları arasında bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Bu hipotezin iki önemli nedeni var: 1) öğrenci memnuniyeti ile kurumun işleyişi arasında doğrusal bir ilişki olduğunu, ve memnuniyetin yüksek olduğu okulların birçok yönden başarılı, memnuniyetin düşük olduğu okulların ise birçok kriterde başarısız olduğunu düşünüyorum (yani memnuniyet bir kalite “vekili”), 2) adayların karar verirken sosyal medya üzerinden üniversitelerin öğrencileri ile doğrudan temas kurduğunu, ve öğrenci memnuniyetinin adayların tercihlerini doğrudan etkilediğini düşünüyorum. (Bu “kulaktan-kulağa” etkileşim her dönemde vardı, ama sosyal medya sayesinde artık bireyler karar verirken çok daha fazla bireyin deneyimini göz önüne alabiliyor.)

Bu hipotezi test etmek için İstanbul vakıf üniversitelerinin tam burslu kategorilerini kullandım. Bu 3 kısıtın nedenleri şöyle:
– Şehir faktörü üniversitenin algısını da giriş puanlarını da etkiliyor. Ülkede en çok üniversitesi olan şehir İstanbul.
– Vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasında ciddi bir program sayısı ve kontenjan farkları var. Analiz yaparken bu iki grubu ayırmak önemli.
– Ücret farklılıklarının analizi etkilememesi için tam burslu kategoriye odaklanmak gerek.

Üniversitenin giriş puanını hesaplarken üniversitedeki programların tam burslu kategorilerinin ağırlıklı ortalamalarını aldım (taban-tavan puan ortalaması). Bir örnek: MEF Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi. Mimarlık programının tam burslu kategorisine (420.14–430.01) puan aralığında 7 aday, İç Mimarlık programının tam burslu kategorisine ise (392.98–405.36) puan aralığında 3 aday yerleşmiş. Dolayısıyla Mimarlık programına tam burslu yerleşenlerin (yaklaşık) ortalama puanı 425.07 (taban-tavan ortalaması), İç Mimarlık programına tam burslu yerleşenlerin (yaklaşık) ortalama puanı ise 399.17. Fakültenin tam burslu yerleşen adaylarının ağırlıklı ortalaması ise (425.07 x 7 + 399.17 x 3) / 10 = 417.30. Üniversite ortalamalarını da aynı yolla hesplayabiliriz. Bu yöntem bize mükemmel sonuçlar vermeyecektir, çünkü:
– Bir puan kategorisinin taban-tavan ortalaması, ortalama puan için bize ancak yaklaşık bir değer verebilir. Fakat ÖSYM programlar için sadece taban ve tavan puanları verdiğinden daha doğru bir ortalama hesaplamak elimizdeki veriler ile mümkün değildir. Öte yandan, tam burslu kategorilerde taban ve tavan puanların nisbeten birbirine yakın olması, ve bu aralıkta puanların tavandan tabana doğru neredeyse doğrusal bir biçimde değişiyor olması bu yaklaşık değeri gerçek ortalamaya oldukça yakın kılıyor.
– Kullandığım metot, puanın cinsine önem vermeyip sayısal, eşit ağırlıklı, sözel ve dil puanlarını aynı metriğin içine sokuyor. Bir üniversite için bir tek sayı oluşturmak istenildiğinde bu kaçınılmaz oluyor. Öte yandan her kategorinin puanları benzer bir şekilde ölçeklendirilmiş olduğundan (her kategoride tam puan 500), “elma ile armutu toplamanın” büyük bir sorun yarattığını düşünmüyorum.
– Bu metot ile her üniversite için bir “ortalama puan” hesaplanıyor. Bu puan, üniversitedeki programlardan mutlaka etkileniyor. Örneğin tıp ve hukuk fakülteleri ortalama puanları yukarıya çekerken, eğitim ve iletişim fakülteleri ortalama puanları aşağıya çekiyor. Bu sorunu çözebilmek için üniversitelerin program bazında değerlendirmek gerek, fakat memnuniyet anketinde bu detay maalesef yok.
– Üniversitelerin tam burslu kontenjanları birbirlerinden farklı. Kullandığım metot her üniversiteye aynı değeri veriyor.

Bu sorunların analizi geçersiz kılacak kadar önemli olduğunu düşünmemekle birlikte, sonuçları değerlendirirken bu sorunların farkında olmak önemli.

Analiz için TÜMA memnuniyet puanını bağımsız değişken, ortalama tam burslu puanını ise bağımlı değişken olarak kullandım. Aşağıdaki grafikte her İstanbul vakıf üniversitesi bir nokta ile temsil ediliyor; x ekseni TÜMA memnuniyet puanını, y ekseni ise ortalama (yaklaşık) tam burslu yerleşme puanını gösteriyor.

Grafikten de görüleceği gibi, iki değişken arasında belirgin bir ilişki var — genelde memnuniyet puanı yükseldikçe üniversitelerin tam burslu yerleştirme puanları da yükseliyor. Doğrusal regresyon analizi yapıldığında çıkan ilişki: Ortalama Puan = 240.39 + (0.363 x Memnuniyet Puanı). Yani memnuniyetteki her 10 puanlık artış ortalama giriş puanını 3.63 puan yükseltiyor. Regresyonun uyum endeksi (R^2) 0.486. Yani, ortalama giriş puanlarındaki değişimin neredeyse yarısı memnuniyet puanındaki değişim ile açıklanabiliyor. (Ek: İkinci dereceden polinom kullanıldığında R^2 = 0.62’ye çıkıyor.)

Özetle, üniversite yöneticilerine önerim: öğrenci memnuniyetine önem vermelisiniz. Bu öneriyi ciddiye alacak yöneticiler için yol gösterici uyarılar ile bitireyim. Herzberg’in motivasyon ve hijyen faktörleri modeline göre memnuniyet ve memnuniyetsizlik birbirinin tersi değildir. Yani memnuniyetsizlik faktörlerini ortadan kaldırırarak memnuniyeti artıramaz; memnuniyeti artırarak da memnuniyetsizlik faktörlerini elimine edemezsiniz! Bireyleri motive etmek için 2 adımlık bir süreç uygulamak gerek: önce memnuniyetsizliği ortadan kaldırmanız, sonra da memnuniyetlerini artırmanız gerekir. Örneğin, içeriği öğrenebilmek ve öğretmenin alan uzmanlığı öğrenciler için memnuniyet ve motivasyon faktörü iken, öğretmenin derse geç gelmesi veya 2 deyip 3 sınav yapması memnuniyetsizlik ve demotivasyon faktörü olabilir. Örneğin, servislerin sıklığı veya sigara içilecek alanların olmaması birer hijyen faktörüdür. Bunları düzeltirseniz memnuniyetsizlik azalır ama memnuniyet artmaz. Memnuniyeti artırmak için öğrencinin üniversiteye geliş hedeflerine uygun adımlar gerekir — yönetim ile iletişimin güçlendirilmesi, yabancı dil eğitiminin güçlendirilmesi, daha fazla seçmeli ders açılması gibi.

İki farklı kaynağa göre üniversite öğrencilerini motive etmenin yolları:
– Merak, keyif veya ilgi, bireysel gelişim, kariyer fırsatları, eğitim sırasındaki sosyal yaşam ve angajman (yani okulun hedeflerini kabullenme, etkinliklerine katılma, fikir ve görüş birliği içinde olma). Ref 
– Eğitimin kalitesi, müfredatın kalitesi, uygunluk ve pragmatizm, etkileşimli dersler ve etkin yöneticilik uygulamaları, yenilikçi ve zamanında değerlendirme, özyönlendirmeye teşvik, destekleyici öğrenme ortamı, ve etkin akademik danışmanlık. Ref

Kendi yöneticilik deneyimlerime dayanarak memnuniyetsizliği azaltmanın daha kolay olduğunu, memnuniyeti artırmanın ise daha uzun vadeli çabalar gerektirdiğini söyleyebilirim. Ama bu çabalar gerçekten gerekli. Eğitim işinde olan yöneticiler öğrencileri motive etmeyi başaramıyorlarsa işlerini yapamıyorlar demektir.

Bitirmeden önce Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırmasını hayata geçirererek (birçoğu farketmese de) üniversitelerimize çok önemli bir hizmet veren Engin ve Cemil hocalara tüm ülkenin bir teşekkür borcu olduğunu belirtmek isterim. Umarım bu çalışmayı sürdürürüler.

9 Ağustos 2019, Erhan Erkut


Bu serideki ilk yazımda, Üniversite Araştırmaları Laboratuarı’nın yayınladığı Türkiye Üniversiteler Memnuniyet Araştırması raporunu konu almıştım. Bu yazıda ise YÖK’ün Vakıf Yükseköğretim Kurumları Raporu’nu ele alacağım. Yıllardır üniversiteler hakkında objektif bilgiye ulaşmakta zorlanan bir akademisyen olarak, YÖK’e bu hizmet için çok teşekkür etmek istiyorum. Hemen arkasından da, neden benzeri bir raporun devlet üniversiteleri için yayınlanmadığını sormak istiyorum. Şeffaflık herkese lazım. Umarım seneye yayınlanır.

2018 raporunda 5’i eğitim/öğretime başlamamış olan 76 yükseköğrenim kurumu bulunurken, 2019 raporunda 4’ü eğitim/öğretime başlamamış 77 kurum bulunmakta. Yani şu anda operasyonel 73 vakıf yükseköğretim kurumu var. Bu kurumların 48’i İstanbul’da, 12’sı Ankara’da 4’ü İzmir’de, 3’ü Antalya’da, 2’si Konya’da, 2’si Mersin’de, 2’si Antep’de, birer tanesi de Bursa, Kayseri, Nevşehir ve Trabzon’da. (Merak edenler olabilir: en son kurulan vakıf üniversitemiz Bulut Vakfı tarafından kurulan İstanbul Galata Üniversitesi.)

İlk vakıf üniversitemiz 1984 yılında kurulmuş. 1994’e kadar toplam 3 vakıf üniversitesi kurulurken, ikinci 10 yılda 20 vakıf üniversitesi kurulmuş. Vakıf üniversitelerinin baharı olan 2004–2013 arasında ise tam 37 üniversite kurulmuş. 2014’den bu yana ise 17 vakıf üniversitesi eklenmiş.

Raporda vakıf üniversiteleri hakkında temel bazı istatistiki bilgiler mevcut.

  • Vakıf üniversite sisteminde toplam 595,116 öğrenci bulunmakta.
  • Öğrencilerin %64’u lisans, %22’si önlisans, %14’u ise yüksek lisans programlarında kayıtlı.
  • Vakıf üniversitelerinde ortalama 9155 öğrenci var.
  • 3 vakıf üniversitesi 30,000’in üzerinde öğrenciye ulaşmış: Aydın, Beykent, (ve oldukça yeni olmasına rağmen) Medipol. 3 üniversite de 25,000 civarı öğrenciye sahip: Bilgi, Bahçeşehir, Yeditepe.

Raporda üniversiteler YKS başarılarına göre sıralanmış. Fakat bu sıralama sadece 4 program için yapılmış: Hukuk, Tıp, Dişçilik ve Eczacılık. Daha da ilginci, sıralamada sadece programa son giren öğrencinin sırası kullanılmış. YÖK’ün elinde programa giren tüm öğrencilerin sıralamaları varken, ve çok daha etraflı bilgiler paylaşılabilecek iken, neden sadece taban puanlar üzerinden bir sıralama yapıldığını anlamak güç.

Raporda, Türkiye’deki vakıf üniversiteleri arasındaki radikal farklılıklar günyüzüne çıkmış. Örneğin “Kadrolu Öğretim Üyesi Başına Düşen Öğrenci Sayısına” göre yapılan sıralamayı ilginç buldum. Bu sıralamanın en tepesinde hoca başına 10 civarında öğrenci düşen küçük üniversiteler ile tıp üniversiteleri bulunuyor. En aşağılarda ise hoca başına 100 civarında öğrenci sayıları göze çarpıyor. Tahminim, adaylar bu farklılıkların pek farkında değil. Örneğin Koç Üniversitesi’nde bir hocaya 20 öğrenci düşerken Bilgi’de 83 öğrenci düşüyor!

Öğrenci başına düşen alan tablosu da benzer farklıkları barındırıyor. Örneğin Bilkent’te öğrenci başına 300 metrekare alan düşerken, Özyeğin’de 62 metrekare, Haliç’de ise 5 metrekare düşüyor…

Öğrenci başına düşen kütüphane alanında ise lider 2.1 metrekare ile Sabancı iken, vakıf üniversitelerini yarısından fazlasının minimum standart olan 0.4 metrekare’yi tutturamadıkları dikkat çekiyor. Listenin en altını tam 8 üniversite 0.1 metrekare (yani 10 öğrenciye 1 metrekare) ile paylaşıyorlar. Standardın altında olan okulların böyle devam etmesine neden izin verildiğine raporda değinilmemiş. İlginç bir şekilde sektörün regülatörü, regüle etmesi gereken bir kriteri regüle edemediğini veya etmediğini bu rapor ile bizimle paylaşmış! Cesurca buldum ama kafamda YÖK’e yönelttiğim soru aynı: bu standardı neden uygulatmıyorsunuz, veya uygulanmasının gerekli olmadığına karar verdiniz ise neden değiştirmiyorsunuz?

Öğrenci başına basılı kitap sıralamasında ilk üç 29 Mayıs (51 kitap), Bilkent (42 kitap), Koç (32 kitap) iken listenin sonundaki 5 üniversitede öğrenci başına sadece bir kitap düşüyor. Bu 5 okulun içinde en çok öğrenci sıralamasında en tepelerde olan Aydın ve Medipol’ün olduğu dikkatimi çekti. Demek ki bu okullarda her öğrenci hafta sonu için birer kitap alsa, kütüphaneleri boşalacak! Bu sıralamadaki sayıların dünya standartlarının epey altında olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Örneğin University of Toronto’nun 90,000 kadar öğrencisi var ve kütüphanelerinde 12 Milyonun üzerinde kitap var. FU Berlin’in 31,500 öğrencisi için 8 Milyonun üzerinde kitabı var. (23,000 öğrencili Harvard’ın 18 Milyon kitabından söz etmeye bile gerek yok sanırım.)

Raporda görmeyi beklemediğim bir bilgi de yatay geçiş ile üniversitelerden giden ve üniversitelere gelen öğrenci sayıları oldu. Yatay geçişte en aktif üniversite Esenyurt olmuş: Tam 904 öğrenci giderken 470 öğrenci gelmiş. Gelen/giden farkının en yüksek olduğu okul ise Bahçeşehir: sadece 22 öğrenci giderken 1,076 öğrenci gelmiş. Nişantaşı ve Kültür de yatay geçişlerde net öğrenci kazanımı en yüksek olan okullardan. Öğrenci nüfuslarına oranla %10’ün üzerinde öğrenci kaybeden 4 okul Antalya Bilim, Esenyurt ve İstanbul Şehir ve 29 Mayıs. Öğrenci nüfuslarına göre %10’un üzerinde öğrenci kazanan iki okul ise Şişli MYO ve Avrupa MYO.

Raporun benim en çok ilgimi çeken bölümü, öğrenci başına cari harcamaları, kütüphane harcamalarını ve reklam/tanıtım harcamalarını içeren ikinci bölüm oldu. Bu bölüme birazdan döneceğim. Üçüncü bölümde vakıf üniversitelerimizin dünya sıralamalarındaki ve URAP sıralamasındaki yerleri bulunuyor. Bu bölümde akredite olan programlar listesi, TÜBİTAK Girişimci/Yenilikçi Üniversite sıralaması, TÜBİTAK-ARDEB destek istatistiklerinin yanında, üniversitelerin ALES, DGS, TUS ve KPSS performansları da bulunuyor. Bu istatistiklerin bazıları buram buram “devlet” kokuyor — birçok vakıf üniversitesi mezunu ALES’e girmek yerine yurt dışında yüksek lisans başvurusu yapıyor ve KPSS’ye girmiyor.

Bu bölümdeki sıralamaların neredeyse tümünde 3 vakıf üniversitesi net bir şekilde öne çıkıyor: Koç, Bilkent, Sabancı — dünya sıralamaları, URAP sıralaması, girişimci/yenilikçi üniversite sıralaması, ARDEB bütçeleri… Türkiye’nin ilk 3 vakıf üniversitesi tartışmaya açık değil — hatta bu 3 üniversite ile devlet üniversitelerinin yarışması da oldukça zor.

Dördüncü ve son bölümde ise her vakıf üniversitesi için birer sayfalık infografikler konulmuş. Sunum teknikleri açısında raporda hem tabloların hem de aynı bilgileri içeren grafiklerin bulunmasını gereksiz buldum. Kanımca nümerik verilerin iletişimi için iyi hazırlanmış görseller tablolardan daha yararlı.

Şimdi en ilginç bulduğum ikinci bölüme dönüyorum. Kütüphane harcamaları tablosu ülkedeki vakıf üniversitelerinin nasıl bir uçurum ile birbirlerinden ayrıldığını net olarak gözler önüne seriyor. İlk sıradaki Bilkent kütüphaneye 12 Milyon harcarken, 13. ve 14. sıradaki okullar sadece 1 Milyon civarında harcıyorlar, ve en alttaki tam 20 okul 100,000 TL’nin altında harcıyor!

Kütüphane harcamaları bu durumda iken, reklam tanıtım harcamaları ne durumda? Bahçeşehir’in 16.8M ile başı çektiği bu listede tam 6 okul (Bahçeşehir, Esenyurt, Aydın, Maltepe, Gelişim, Bilgi) reklam ve tanıtıma yılda 10 Milyon’dan fazla harcıyor! İşin ilginci bu 10 üniversite reklama toplam 75 Milyon harcarken kütüphanelerine toplam 8.3 Milyon harcıyorlar! Bu iki harcama arasındaki oranın en dengesiz olduğu üniversite reklama 13,875M harcarken kütüphaneye sadece 182.000 harcayan Esenyurt.

Araştırma bütçeleri de vakıflar arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor. Araştıma bütçesi sıralamasında Bilkent 358 Milyon ile ilk sırada. Sıralamada 11. olan üniversitenin araştırma bütçesi Bilkent’in sadece onda biri seviyesinde! Vakıf üniversitelerinin yarısının araştırma bütçesi 5 Milyon TL’nin altında — ki ABD’de küçük bir araştırma laboratuarı bütçesi bile bundan yüksektir. 17 üniversitenin araştırma bütçesi 500,000 TL’nin altında (ki Kanada’dan Türkiye’ye döndüğüm yıl benim yıllık araştırma bütçem bu seviyede idi). İşin ilginci, yıllık araştırma bütçesi 1 Milyonun altında olan okullar arasında tıp okulları olan Ufuk ve Bilim, tüm öğrencilerini burslu okutan İbn-i Haldun ve çok sayıda öğrenci alan (reklam şampiyonlarından) Esenyurt da bulunmakta. Dört üniversitenin ise araştırma bütçesi sıfır olarak listelenmiş…

Rapordaki en ilgi çekici tablolardan birisi “Öğrenci Başına Cari Gider” tablosu. Tanıtım harcamaları cari giderlere dahil edilmemiş. Tablonun tepesinde 143.258 TL ile İbn-i Haldun Üniversitesi bulunuyor. Bu üniversitenin toplam öğrenci sayısı 1.000’ın altında. Tüm öğrenciler tam burslu ve birçoğu üniversiteden belirli bir aylık ödeme alıyor. Başarılarına göre öğrenciler yurt dışında kamplara gitmeye hak kazanabiliyorlar. Bu müthiş bir vakıf üniversitesi modeli ve umarım sürdürülebilir olur. Diğer sıradışı harcamalar 86.396 TL ile Konya Gıda ve Tarım, 76.351 TL ile Koç, 62.634 TL ile Sabancı ve 52.295 TL ile Bezm-i Alem tarafından yapılmış. İlk 5 üniversiteden sonra öğrenci başı cari giderler 30,000 TL seviyelerine düşüyor. Tablonun en altında ise 3,272 TL ile Avrupa Meslek Yüksek Okulu ve 3,389 TL ile Avrasya Üniversitesi bulunuyor.

Cari gider açısından üniversitelerden farklı yapıları olan meslek yüksek okullarını dışarıda bırakırsak, vakıf üniversitelerinin öğrenci başına cari giderlerinin ağırlıklı ortalaması 14.542 TL olarak oluşuyor. İki üniversitenin kuruluşunda bulunmuş ve finansal verilerini detaylı incelemiş bir yönetici olarak ciddi bir üniversitenin öğrenci başına cari giderinin bu sayının altında olması bana pek mümkün görünmüyor. Eğer özel lise müdürleri ile konuşursanız, onlar iyi bir lise için bile bu meblağın yetersiz olduğunu söylerler. Fakat verilere göre tam 37 vakıf üniversitesi bu finansal mucizeyi gerçekleştirmiş! Geçmişte ülkemizdeki bazı vakıf üniversitelerini yüksek lise olarak nitelendirmiştim, ama bu verilere baktığımda bazı liselere haksızlık etmiş olduğumu görüyorum.

Rapordaki verileri karşılaştırmalı olarak incelemek de ilginç sonuçlar veriyor. Reklam harcamalarında ilk 15’de olan üniversitelerden sadece 3 tanesinin öğrenci başına cari giderleri ortalamanın üzerinde! Görünen o ki, birçok okul kendi öğrencisine para harcamak yerine tanıtıma ve reklama para harcıyor. Öte yandan reklam harcamalarında son 15’de olan üniversitelerin 10’u öğrenci başı cari giderde ortalamanın üzerinde. Para sonsuz olmadığına göre, ya kendi öğrencinize harcarsınız, ya da tanıtıma…

İlk raporda özetlediğim Türkiye Üniversiteleri Memnuniyet Araştırması ile bu YÖK raporundaki verileri birlikte incelemenin yararlı olacağını düşündüm. TÜMA raporunda A+ ve FF alan üniversitelerin öğrenci başına cari giderlerine ve reklam harcamalarına baktım.

  • A+ alan 8 vakıf üniversitesinin tümünün öğrenci başına cari gideri ortalamanın üzerinde. Bu okulların öğrenci başına cari giderlerinin ağırlıklı ortalaması 36.888 TL (ülke ortalamasının 2.5 misli).
  • FF alan 15 vakıf üniversitesinin sadece 4 tanesinin cari gideri ortalamanın üzerinde. Bu okulların ağırlıklı ortalama cari giderleri sadece 10.123 TL (ülke ortalamasının %70’i).
  • A+ alan üniversitelerin ortalama reklam/tanıtım gideri 2 Milyon TL iken, FF alan üniversitelerin ortalama reklam/tanıtım gider 4.4 Milyon TL olmuş.

Görünen köy kılavuz istemez… Öğrenci memnuniyetinin en yüksek olduğu okullar öğrenci başına daha çok fakat reklama daha az harcamışlar. Öte yandan memnuniyetin en düşük olduğu okullar öğrenci başına epey az fakat reklama çok harcamışlar. Üniversite yöneticilerine önerim, öğrenci memnuniyetine daha çok önem vermeleri ve reklam yerine öğrencilerine para harcamaları.

Gruplandırıldığında, memnuniyet anketinden A+ alan okulların öğrenci başına cari harcamaları ortalamadan epey daha yüksek olmakla birlikte, tek tek bakıldığında bu okullar arasında da önemli farklar görülüyor. Örneğin Koç 76.351 TL ile TÜMA’da dördüncü, Sabancı ise 62.634 TL ile TÜMA’da ikinci olurken, Bilkent sadece 32.834 TL ile üçüncü, Özyeğin ise sadece 22.049 TL ile birinci olmuş. Anlaşılan öğrenci başına cari harcamayı öğrenci memnuniyetine dönüştürmede üniversiteler aynı etkinlikte değiller. Öğrenci başına harcaması yüksek olduğu halde öğrenci memnuniyeti düşük üniversiteler de göze çarpıyorlar. Cari giderde 143.257 TL ile en tepedeki İbn-i Haldun TÜMA’dan ancak (ve ucu ucuna) B alabilmiş. Harcamada 86.396 TL ile ikinci olan Konya Gıda ve Tarım ise memnuniyet anketinde FF alarak (ve sondan altıncı olarak) sınıfta kalmış. Cari gideri memnuniyete çevirmede çok başarılı olmayan okullar arasında 26.303 TL ile ancak D alabilen İstinye ile 25.085 TL ile C alabilen TOBB da bulunuyor. Anlaşılan kimi üniversiteler öğrencilerine yeteri kadar para harcamıyorlar, kimileri ise harcadıkları parayı memnuniyete çeviremiyorlar. İki durumda da üniversite yöneticilerine önemli bir görev düşüyor.

Öğrenci başına düşen cari harcama verileri konusunda bir uyarı ile bitireyim. Geçen sene ilk defa yayınlanan bu rapordaki veriler ile bu seneki verileri kıyaslayınca, inanılması güç iniş ve çıkışlar görüyoruz. Örneğin Bezm-i Alem Üniversitesi’nin giderleri geçen yıl 22.269 TL iken %131 artış ile bu yıl 52.295 TL’ye çıkmış. Bu iki sayının birden doğru olma ihtimali düşük. Ters yönde de Ufuk Üniversitesinin giderleri 18.321 TL’den sadece 7.014 TL’ye düşmüş. Burada da benzer bir sorun var. Bu farkların okulların stratejik yönelimleri doğrultusunda enflasyonun biraz üzerinde veya altında değişmesi makuldur. Fakat YÖK raporlarına bakılırsa, 19 üniversitenin kişi başı cari gider artışı %30’un üzerinde olurken, 16 okulun kişi başı cari giderleri azalmış! Ya üniversiteler cari giderlerini yanlış sınıflandırıyorlar ya da muhasebede ciddi sorunlar yaşıyorlar. Bu küçük karşılaştırma bile bu sayıların güvenilirliğine gölge düşürmeye yeterli. Umarım YÖK bu uçuruma varan farkların farkındadır ve bu rakamların bağımsız denetimden geçmesini talep eder.

11.8.2019, Erhan Erkut


Dört yıldır yayınlanan Türkiye Üniversiteler Memnuniyet Araştırması ve iki yıldır yayınlanan YÖK Vakıf Yükseköğrenim Kurumları raporlarından sonra bu yıl ilk defa yayınlanan çok önemli bir rapora sıra geldi. Aslında bu bir rapor değil, bir veri tabanı arayüzü: Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi tarafından yayınalan Üni-Veri. Yıllardır yapılmasını önerdiğim bir çalışma yapılmış, ve YÖK’ten alınan mezun bilgileri ile SGK’dan alınan istihdam bilgileri birleştirilerek analiz edilmiş. 2014–18 dönemini kapsayan bu çalışma sayesinde “ülkemizdeki üniversitelerin bölüm bazında iş bulma süreleri, ilk bir yıl içindeki istihdam ve kamuda ise girme oranları, ortalama ücretleri, istihdamın sektörel dağılımı ve nitelik uyuşmazlığı ortaya” konulmuş. Araştırmanın öncelikli hedefi olarak üniversite tercihi yapacak öğrenciler düşünülmüş. Fakat kanımca bu araştırmadan en çok yararlanması gereken grup ülkede uzun vadede yükseköğrenim politikasını, kısa vadede ise üniversite kontenjanlarını belirleyen YÖK ve üniversite yöneticileri olmalıdır.

Araştırmanın detayları sitede anlatılıyor. Ben kısa bir özet vereyim:

  • Ülkedeki yüzlerce program 70 ana bölüm altında toplanmış — bence bu bile önemli bir katkı.
  • Açıköğretim mezunları ile 35 yaş üstü mezunlar araştırmaya dahil edilmemiş (tahminim bu mezunların öğrenimden önce de çalıştıkları varsayılmış).
  • 2014–18 arası mezun olan tüm öğrenciler çalışmaya dahil edilmiş.
  • Mezuniyet sonrası “işgücü piyasası performansı” 5 temel gösterge ile değerlendirilmiş:

1. Ücret: Mezuniyet sonrası ilk işte alınan ücrete odaklanılmış. Ücretler enflasyon hesaba katılarak 2018’e sabitlenmiş. Mezuniyetten 6 ay önce işe girenler de hesaba katılmış (birçok öğrencimiz mezuniyetten önce ise girdiğinden bu uygulamayı çok doğru buldum). Ücretler işveren tarafından raporlandığından, vergi kaçırma amaçlı az raporlama olabileceği uyarısı yapılıyor (katılıyorum). Birçok mezun ancak asgari ücret civarında iş bulabildiğinden, bu metriğin çok yararlı bir bilgi içermesini beklemiyorum.

2. İstihdam oranı: Mezuniyetten 6 ay öncesi ve 12 ay sonrası penceresinde iş bulabilenlerin oranı. Kanımca bu metrik bölüm kontenjanlarının ayarlanmasında önemli bir rol oynamalı.

3. İş bulma süresi: Mezuniyetten ilk ise yerleşene kadar geçen süre ay bazında hesaplanarak bölüm bazında iş bulma süresi ortalamaları hesaplanmış. Mezuniyet öncesi iş bulanlar hesaba eksi olarak katılmış. Bu metrik iş dünyasının bölüm bazında mezun iştahını ölçüyor. Fakat şu kısım kafamı karıştırdı: “Mezuniyet sonrasında herhangi bir işe yerleşmeyenler mezuniyetten analiz tarihine kadar geçen süre hesaplanarak analize dahil edilmiştir.” Buradan anladığım, mezuniyetten sonra iş bulamayanlar analiz tarihinde iş bulmuş kabul edilmişler. Yani aslında burada raporlanan sayı gereken iş bulma süresi için bir alt limit.

4. Nitelik Uyuşmazlığı: Bir mühendis teknisyen olarak çalıştığında, bir işletme mezunu yönetici asistanı olarak çalıştığında aldığı eğitimin altında bir işte istihdam edilmiş oluyor. Bu fenomeni sayısallaştırmak için, araştırmacılar Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) standart meslek ve beceri setleri sınıflandırmasına dayalı bir yöntem geliştirmişler. Bu gösterge, bir bölümden mezun olan öğrencilerin kendi niteliklerine uygun işlerde çalışıp çalışmadıklarını gösteriyor. Ülkemizde birçok mezunun niteliğinin altında işlerde çalıştığını bildiğimden, bu metriğin çalışmaya dahil edilmesini çok yararlı buldum.

5. Kamuda İşe Yerleşme Oranı: Bu metrik ile bir bölümden mezun olup bir işe yerleşenlerin yüzde kaçının ilk işlerinde kamu sektöründeki bir pozisyona yerleştiği gösterilmiş. Ülkedeki istihdamın sadece %10 civarında bir kısmının kamu tarafından sağlandığı düşünülürse, eğitim ve tıp gibi birkaç bölüm dışında pek de önemi olmayan bir metrik. Fakat bir kamu kuruluşu tarafından hazırlanan bir çalışmada (ki zaten başkasının hazırlaması da mümkün değil), bu metriğin dahil edilmesini makul buldum.

Sitedeki arayüzü “kullanıcı dostu” bulmadım. Beni en çok rahatsız eden verileri indirip kendi analizimizi yapmaya izin verilmemesi. Aday öğrenciler için de kullanışlı olmadığını düşünüyorum. Bilgi alabilmek için sürekli bir yerlere tıklamanız gerekiyor. Örneğin bölümler arası sıralamalar onar onar gösteriliyor. Tüm listeyi görebilmek için 7 defa tıklamak gerek. Alt tarafta verilen detaylı istatistikleri de başka bir sorun. Yanar dönerli simit grafiğinden bilgi çıkarabilmek için her parçasına ayrı tıklamak gerekiyor. Arayüz tasarımcısının hedefi kullanımın kolay olmasından çok veriye ulaşımı zorlaştırmak olmuş gibi görünüyor.

Arayüz ile epey mücadele ederek aşağıdaki sonuçları çıkarabildim — umarım bana ilginç gelen bu sonuçlar okuyucuların da ilgisini çeker.

İstihdam oranı:

  • İstihdam oranında en yukarıdaki bölümler %77 ile Pilotaj ve %73 ile Eczacılık. %60’ın üzerinde 6 tane daha bölüm var: Fizyoterapi, Odyoloji, Tekstil Mühendisliği, Hemşirelik, İnşaat Mühendisliği, ve Mimarlık.
  • Bu tür bir araştırma zamana epey duyarlı. Görüleceği üzere, 2014–18 arası istihdam oranı en yüksek iki bölüm inşaat ve mimarlık olmuş. Fakat bu seneki üniversite yerleştirmelerinde bu iki bölüm puanları en çok düşenlerden.
  • İstihdam oranı %50’den yüksek bölümler arasında tam 14 mühendislik programı var — mühendislik popülerliğini koruyor.
  • İstihdam oranı en düşük bölümlerin oranları %40 ile %30 arasında. Bu bölümler Maliye, Biyomühendislik, Siyaset Bilimi/Kamu Yönetimi/Uluslararası İlişkiler, Türk Dili ve Edebiyatı, Coğrafya, Ziraat ve Tarım, Beslenme ve Diyetetik, Gemi Mühendisliği ve İktisat.
  • İstihdam oranında en altta %3 ile Hukuk var. Bunun nedeni Hukuk mezunlarının mezuniyet sonrası 12 aylık zorunlu stajları — işler (bulunabilirse) bu staj bitince bulunuyor.

İş bulma süresi

  • İş bulma süresi en kısa bölümler 4 ay ile Tekstil Mühendisliği, 5,2 ay ile İç Mimarlık ve 5,3 ay ile Mimarlık.
  • Bu sene gözden düşen İnşaat Mühendisliği de 6 aydan kısa bir süre ile ilk 10’da.
  • İş bulma süresi en uzun işler PDR, Maliye, Öğretmenlik, Siyaset Bilimi/Kamu Yönetimi/Uluslararası İlişkiler, Türk Dili ve Edebiyatı, Biyoloji, Coğrafya, Beslenme ve Diyetetik, ve İstatistik.
  • Maliye, Siyaset Bilimi/Kamu Yönetimi/Uluslararası İlişkiler, Türk dili ve edebiyatı, Biyoloji, Coğrafya ile Beslenme/Diyetetik alanlarının hem istihdam oranında hem de iş bulma süresinde en altlarda olduğuna dikkat çekmek gerek — bu alanlardaki mezunların çoğu iş bulamıyorlar, bulanlar da uzun süre iş aramak zorunda kalıyorlar.
  • Hukuk için ortalama iş bulma süresi 17 ay. Şu kritik sorunun cevabı çalışmada yok: 24 ay sonunda hukuk mezunlarının yüzde kaçı iş bulabiliyor?
  • İş bulma süresinde beni en rahatsız eden konu, bu sürenin dağılımını görememek. Örneğin İşletme için ortalama iş bulma süresi 9 ay olarak verilmiş. Benim bölümümün (MEF Üniversitesi — İşletme) kalifiye mezunlarının neredeyse tamamı mezun olmadan iş bulabiliyorlar. Tahminim, ülkenin önde gelen üniversitelerinden mezun olanlar için de bu geçerlidir. Yani sektörün istihdam talebi mezuniyet döneminde büyük ölçüde kalifiye mezunlarla karşılanıyor. Bundan sonra daha az vasıflı olan mezunlar piyasada kalıyorlar ve daha uzun iş bulma süreleri ile karşılaşıyorlar. Özetle, dağılımın iki farklı gruptan oluşmuş olma (yani bimodal olma) ihtimali var ama verilen istatistiklerden bunu görmek mümkün değil.

Ücret

  • En yüksek ortalama ücret Tıp (5.900) ve Pilotajda (4.700). İlk 10’da 7 Mühendislik ve İslami Bilimler var. Mühendislik ülkede yıllardır popüler idi ve daha uzun süre popüler kalacağa benzer.
  • Ücret tablosunun en ilginç yanı ücretlerin düşüklüğü. 10. sıradaki İmalat Mühendisliğinin ortalama ücreti 3.171 TL. Görünen o ki birçok mezun asgari ücrete veya biraz üzerine çalışıyor.
  • Ücret dağılımı (kabaca da olsa) detaylandırılmış. Kendi alanım olan endüstri mühendisliği ortalama ücrette 3.294 TL ile 7. sırada. Detaylara baktığımızda ise, işe giren endüstri mühendisliği mezunlarının neredeyse yarısının (%47.4) asgari ücret ile 3.000 TL arasında ücret aldığını, %32.5’unun ise 3.000–4.500 aralığında ücret aldığını görüyoruz. 4.500–6.000 aralığında %11.3, 6.000 TL üzerinde ise %8.8. Unutmamamız gereken konu, ülkenin en popüler programlarından birisi olan endüstri mühendisliğinde bile istihdam oranının sadece %55 olduğu!
  • Ücret dağılımı, aşağılara doğru gidildikçe daha da moral bozucu bir hal alıyor. Ortalama ücretin en düşük olduğu Maliye’de her 100 mezundan sadece 31’i iş buluyor ve bu 31 mezunun 25’i asgari ücret ile 3.000 TL arasında ücret alıyor.

Nitelik Uyuşmazlığı

  • Nitelik uyuşmazlığının en düşük olduğu bölümler (yani yapması gereken işi yapabilenler) genellikle sağlık alanında (Ezcacılık, Tıp, Fizyoterapi, Odyoloji, Hemşirelik, ve Diş Hekimliği), tabii Hukuk, Uçak Mühendisliği, PDR ve İslami Bilimler.
  • Nitelik uyuşmazlığının en yüksek olduğu bölümler ise Turizm, Maliye, Arkeoloji, Çalışma Ekonomisi, Ekonometri, İktisat, Sağlık Yönetimi, İşletme ve Siyaset Bilimi/Kamu Yönetimi/Uluslararası İlişkiler.
  • Tam 21 bölümde nitelik uyuşmazlığı ortalaması 1’in üzerinde. Yani bu bölümlerin mezunları önlisans veya lise mezunlarının yapabileceği işleri yapıyorlar.

Kamuda işe yerleşme oranı

  • Bu oranın açık ara en yüksek olduğu (zorunlu hizmet nedeniyle neredeyse %100 olduğu) Tıp. Hemen sonra Sağlık hizmetleri, Diş hekimliği ve PDR ile Hukuk geliyor. İslami Bilimler %22 ile 6. sırada.

Çalışmanın bir diğer yararlı bölümü ise “Bölüm Profilleri.” Bu bölümden bir örnek vereceğim ve bu örnekli ile bu çalışmadaki verilerin nasıl kontenjan planlamada kullanılabileceğini vurgulayacağım: Siyaset Bilimi/Kamu Yönetimi/Uluslararası İlişkiler. Şu programlar bu bölümün altında sınıflandırılmışlar: Avrupa Birliği İlişkileri, Kamu Yönetimi, Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler, Küresel ve Uluslararası İlişkiler, Siyaset Bilimi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, Toplumsal ve Siyasal Bilimler, Uluslararası Çalışmalar, Uluslararası İlişkiler, Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği, Uluslararası İlişkiler ve Deniz Güvenliği. Bu bölümün profili ise şöyle oluşuyor:

  • İstihdam oranı: %33 (sıralamada 67/70)
  • İş bulma süresi: 11 ay (66/70)
  • Ortalama Ücret: 2.576 TL (51/70)
  • Nitelik Uyuşmazlığı: 1.49 (61/70)
  • Kamuda ise yerleşme: %12 (15/70)
  • Sektör bazında dağılımda en büyük sektör: %43.6 ile Diğer (ikinci sektör Toptan ve Perakende Ticaret %19.1)
  • Özel sektörde veya kendi işinde çalışanlar: %88.2
  • Asgari ücret ile 3.000 TL arasında alanlar: %72 (3.000–4.000 arasında alanlar: 23.6%)

Özetle, bu bölüm mezunlarının üçte ikisi 12 ayda iş bulamıyorlar. Bulabilen şanslı üçte birlik kısım ortalama 11 ay iş arıyor ve büyük ölçüde nitelikleri ile uyuşmayan (örneğin lise mezunu olmanın yeterli olduğu) ve eğitimleri ile doğrudan ilgili olmayan işlerde çalışıyorlar. Araştırmaya veya kamuda istihdama yönelik olan bu bölümde kamuda istihdam oranı sadece %12. 100 mezundan iş bulabilen 33 tanesinin 24’ü asgari ücret civarında bir ücreti kabullenmek durumunda kalıyor.

Pek çekici görünmüyor, değil mi? Bu programların toplam kontenjanı ne? 2018’de 30,000’in üzerinde olan kontenjanın önemli bir kısmı boş kaldığından bu yıl 22,400’e çekildi ve yerleşen sayısı 19,550’de kaldı (%87 doluluk). Yukarıdaki istatistiklere göre eğer istihdam piyasalarında beklenmedik bir değişiklik olmaz ise bu 19,550 mezunun 13,100’u mezuniyetten sonraki 12 ay içinde iş bulamayacak, bulabilenler ise ortalama 11 ay iş aradıktan sonra özel sektörde nitelikleri ile uyuşmayan işlerde asgari ücretin biraz üzerine çalışacaklar. Siz YÖK’ün yerinde olsaydınız bu bölümün kontenjanlarını nasıl belirlerdiniz? Acaba YÖK Üni-Veri çalışmasının sonuçlarını bir sonraki yılın kontenjanlarını belirlemede kullanacak mı?

Burada sadece bir bölümü örnekledim ama sorunlu bölüm sayısı epey fazla. 70 bölümden…

  • yarısının istihdam oranı %50’nın altında!
  • 65’inden mezun olanların ortalama ücretleri 3.300 TL’nin altında.
  • 62 tanesinin ortalama iş arama süresi 6 ayın üzerinde!
  • 21 tanesinin nitelik uyuşmazlığı 1’ın üzerinde — yani bu bölümlerin mezunları lise veya önlisans mezunlarının yapabileceği işleri yapıyorlar.

Özetle, Üni-Veri çok net bir gerçeği ortaya koymuş: ülkemizin yükseköğretim sisteminin çıktıları ile istihdam gereksinimleri arasında ciddi bir uçurum var. Üniversite adayları için hazırlanan bu araştırma ülkenin üniversite sisteminin sorunlarını da ortaya koymuş.

Bitirmeden önce çalışmanın önemli bir eksiğini belirtmek isterim: üniversite bazında mezunların istihdam oranları yok. Araştırmayı yapan yetkin ekibin elinde bu veriler tabii ki var. Fakat bu bilgiler kamu ile paylaşılmamış. Öte yandan ülkedeki üniversitelerin mezun istihdamı verileri arasında ciddi farklılıklar olduğunu tahmin ediyor ve bu verilerin paylaşılmasının sistemin gelişimi için çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Gerçekten önemli bir çalışma yapılmış. Bu çalışmanın Cumhurbaşkanlığı seviyesinde yapılmış olması konuya verilen önemi de ortaya koyuyor. Umuyorum bu araştırmanın sonuçları ülkenin yükseköğretim ve istihdam planlamasına ışık tutar. Çalışmayı yapanların akıllarına ve ellerine sağlık diyor, yükseköğretim ile ilgilenen herkese iyi okumalar diliyorum.

13.8.2019, Erhan Erkut

İlgili Yazılar

Babam

Babama yıllar önce hediye aldığımız saati bozulduğunda, yaptırmayı teklif ettim. “Gerek yok oğlum, zaten onun kadranını zor görüyorum” dedi. Bunun üzerine kendi saatlerimden birkaçını getirip

Devamını Oku »

Mükemmel Fırtınanın Yıktığı Baraj

“Sistem Çaresiz, Eğitim Sizde” kitabımın ilk baskısının yayınlanmasından az sonra kitabın temel tezini güçlü bir şekilde destekleyen bir karar ile üniversiteye giriş sınavında barajlar kaldırıldı.

Devamını Oku »

1992’den iki Mektup

Alberta Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştığım dönemde (1985-2005) üç defa Boğaziçi Üniversitesi’nde ziyaretçi öğretim üyesi olarak bulundum.  İlk ziyaretimi 1992 yılında Doçent iken yaptım. Bu

Devamını Oku »

2023 THE Sıralamalarında Üniversitelerimiz

Times Higher Education’ın (THE) dünya üniversiteleri sıralamalarında ilk 200’e, 2015’te Türkiye’den 4 üniversite girmişti. Fakat daha önceki yazılarımı okuyanların bildiği gibi 2016’da THE sıralama metodunda

Devamını Oku »

Bu Yazıyı Paylaş